RSS

Tag Archives: ingiliz edebiyatı

OPHELIA

OPHELIA

Yıllar yıllar sonra Shakespeare’in tanınmasında hudutları yıkan eser zannımca Hamlet’tir ve bunda Hamlet kadar Ophelia’nın da etkisi su götürmez bir gerçektir. “Bir insanın ömrü göz açıp kapayana kadar gelip geçer.” demiş Hamlet. Bu cümlesini doğrulayan durum ise şüphesiz ki Ophelia’nın ölümü olmuştur.

Hamlet’in annesi olan Kraliçe o elim ölümü “Dere kıyısında yaprakları suya akseden bir salkım söğüt vardır. Ophelia oraya yabani çiçekler, dikenler, papatyalar ve orkidelerle örülmüş demetlerle geldi. Bu ağaca kabaca bir isim verir çobanlar, fakat kızlar, ‘ölü erkek parmağı derler’ ona. Bu söğüdün dallarına çiçekler asmaya uğraşırken, bir hain dal kırıldı ve çiçek demetleriyle birlikte çağlayan dereye düştü Ophelia. Elbiseleri açıldı ve onu bir denizkızı gibi suyun üzerine çıkardı. Bu süre içinde, felaketinden habersiz, gerçek bir su mahlûku gibi, eski şarkılardan parçalar söylüyordu; fakat bu uzun sürmedi. Suyla dolan elbiseleri ağırlaştı; şarkı söylerken, çamurlara çekip batırdı zavallıyı.” cümleleriyle tasvir etmiştir.

Ölümünden kısa bir süre önce Ophelia’ya:

“Yıldızların yandığına inanma

İnanma güneşin döndüğüne,

Her doğruyu yalan bil

Fakat seni sevdiğime inan Ophelia…”

mısralarıyla ilan-ı aşk eden Hamlet Ophelia’nın ağabeyi Laertes’in gözünden gözünden kaçmamıştır. Laertes kardeşine:

“Ondan fazla bir şey sanma. Gövde büyürken yalnız adalesi ve ağırlığı artmaz; vücut geliştikçe, içindeki dimağ ve ruh da genişler. Belki şimdi seni seviyor; niyetinin safiyeti lekesiz, kirlenmemiş ve içine fesat karışmamıştır henüz; fakat korkmalısın; çünkü her arzusunu yerine getirebilecek bir mevkide değil. O doğuşunun eseridir, herhangi bir insan gibi dilediğini alamaz. Bütün devletin emniyeti onun seçimine bağlıdır. Seni sevdiğini söylese de,, bulunduğu mevki ve sahip olduğu yetki dahilinde sözünü tutabileceğine inanmak akıl ve hikmet kârıdır. Kork Ophelia, kork sevgili kardeşim! İhtirasın tehlikeli menzilinden uzaklaş, kalbinin muhabbetine kendini kaptırma. Bahar çiçekleri daima tomurcuk halindeyken içlerine kurt düşer. Gençliğin şeffaf, şebnemli sabahında kırağı en yakın tehlikedir. Tedbir gerek.” verdiği nasihate Ophelia:

“Sözlerini hafızama kilitledim, anahtarı senin elinde.”  cümlesiyle karşılık verir. Babasına da Hamlet’in aşkını aktarırken Ophelia:

“Yüzünü resmini yapacakmış gibi gözlerini bana dikti. Uzun bir süre böylece kaldı. Bütün vücudunu sarsan, ruhunu teslim edecekmiş gibi derin ve acı bir ‘ah’ çekti. Bundan sonra beni bıraktı. Başı bana doğru, yolunu bulmak için gözlerine muhtaç değilmiş gibi kapıdan çıkıncaya kadar önüne bakmadı ve son dakikaya kadar gözünü benden ayırmadı.” cümlelerini aracı olarak kullanmıştır.

Hamlet’in “Ruhumun sanemi, ilâhı ve en güzel yaratılmış Ophelia’ya. Daima senin olan Hamlet” diye bir zamanlar imzaladığı mektuplar aşklarının en güzel kanıtları olur. Aslında Hamlet’in içinde bulunduğu kötü durumun sebebi babasının amcası tarafından zehirlenmiş olduğu gerçeğini babasının ruhu yardımıyla öğrenmiş olması olsa da kral, kraliçe ve diğerleri Hamlet’in kötü durumunu Ophelia’ya duyduğu aşkla ilişkilendirirler.

Sevenlerin arasına girmekten çekinmeyen insanlar Ophelia’ya yoğun bir baskı uygulayarak bir zamanlar en değerli eşyaları olan o mektupları verirken “Alın, çünkü veren zalim olursa verdiği hediye hassas gönülleri incitir.” demesini sağlamışlardır. Babasının ölümünden sonra tutunacak dalı kalmayan Ophelia kimilerine göre diğer dünyaya kendi isteğiyle gitmiştir, kimilerine göre ise kendisine ayrılan sürenin sonuna gelmiştir.

Shakespeare’nin hayal gücümüze bıraktığımı bu ölüm, güzelliğin kusursuz sembolü olan Ophelia’nın babasının ölümü için kurduğu ve çok az bir süre sonra kendisi için de geçerli olan “Beyazdır kefeni, dağdaki karlar gibi.” sözüyle hafızalarımızda yer edinmiştir.

 
Leave a comment

Posted by on March 27, 2015 in eleştiri

 

Tags: , , , , ,

1 KADIN 1 KİTAP “KADIN HAKLARININ GEREKÇELENDİRİLMESİ”

1 KADIN 1 KİTAP  “KADIN HAKLARININ GEREKÇELENDİRİLMESİ”
  • Kendi cinsimin haklarını savunuyorum-kendi çıkarlarımın peşinde koşuyor değilim. demiş Mary Wollstonecraft. Tanıyanlar Mary’i gülümsemeyle selamlerken, tanımayanlara da hemen takdim edelim kendisini. Mary Wollstonecraft 1759-1797 yılları arasında İngiltere’de yaşamış bir dünya misafiri. Kendisini diğer kadınlardan ayrı kılan özelliği ise zamanın İngiltere’sinde ataerkilliğe bütün benliğiyle kafa tutmasıdır. Onun bu cesareti kendinden sonra gelen kadınları haklarını savunma konusunda ilham kaynağı olmuştur. Ama tabi ki bu ilham kaynağından en fazla faydalan insan Frankenstein’i yazan kızı Mary Shelley olmuştur. Sözü fazla uzatmadan sizleri Wollstonecraft’ın cümleleriyle baş başa bırakıyorum.

-Kalemimi bu kağıtlar üzerinde, erdemin kaynağı olduğuna inandığım şeyi desteklemek için hızla koşturmam, bütün bir insan ırkına duyduğum sevgidendir; kadınları gerilemek yerime, ilerleyecek bir konumda görme isteğimin ardında da aynı neden yatıyor.

-Kadın eğitim yoluyla erkeğin kafa arkadaşı olarak yetiştirilmezse, bilgi ve erdemin yayılması önünde engel oluşturacaktır; çünkü hakikat herkes için ulaşılabilir olmalıdır, yoksa genel uygulamada etkisiz olacaktır.

-Eğer erkeklerin soyut hakları tartışmaya açık, açıklama isteyen ve açıklanabilen bir konu ise, muhakemeniz bize aynı şeyin kadınların soyut hakları için de söz konusu olması gerektiğini söylemez mi?

-Erkekler kendi özgürlükleri için, kendi mutluluklarına ilişkin olarak kendi adlarına karar verebilmek için mücadele edebilirken, kadınların, onların mutluluğunu düşünülerek yapılsa bile baskı altına alınması tutarsız ve haksız bir davranış değil mi?

-Eğer kadınların sesleri bastırılacaksa, eğer kadınlar insanoğlunun doğal haklarından mahrum bırakılacaksa, haksızlık ve tutarsızlık suçlamasını boşa çıkarmak için, öncelikle kadınların aklı olmadığını kanıtlamanız gerekmektedir.

-Kadınlar, acelece varılmış tek bir sonuçtan kaynaklanan, iç içe geçen çok çeşitli nedenlerle zayıflığa ve perişanlığa mahkûm edilmiştir.

-Kadına insan türünün bir parçası olarak değil, doğuştan erkeğe tabi olan varlıklar olarak bakılıyor.

-Erkek cinsi bizleri daha da aşağı bir konuma çekmeye çalışıyor, tek beklentileri bizlerden kısa bir süre için alımlı nesneler olarak yararlanmak.

-En övülesi hedef, cinsiyet ayrımını göz önüne almadan, bir insan olarak iyi bir karakter geliştirmektir.

-İnsanları dilimin inceliğiyle değil, savlarımın gücüyle ikna etmek istediğimden, cümleleri boyamakla ya da okurlarımı salt zihnin ürünü olduklarından yürekle hiçbir zaman erişemeyen yapay duygular yağmuruna tutmakla vakit kaybetmeyeceğim.

-Kadınların erdemlilik adını gerçekten hak eden şeyi edinmeleri için yeterli zihinsel güce erişmelerine izin verilmez.

-Kadınların zihinlerini geliştirerek onları güçlendirirseniz kör itaatin de sonu gelecektir.

-Kadınlar her zaman aşka ve şehvete köle olan yaratıklar olarak resmedilir.

-Erkekler kadınların eğitiminin tek amacı -erkeklere haz vermeye- yönelmesi gerektiğini yineleyip dururlar.

-Yumuşak huylulukla, kendine hâkim olma biçimi, salt karşı çıkmaya cesareti olmadığı için kırbacın altında gülümsemekten ibarettir. Bu resim ne denli çirkin görünürse görünsün, toplumun görmek istediği mükemmel kadın imgesini temsil eder.

-Tarih kadınlar için, aşağı olmaktan başka ne gösteriyor?

-Ama ruh söz konusu olduğunda bunu cinslere göre ayırmak felsefi değildir.

-Erkekler, kadınların neredeyse akıl sahibi yaratıklar olmaktan dahi çıkmasını sağlayarak, konumlarını olduğundan da aşağı çekmişlerdir.

– Kadınlar kuşkusuz yazgının kırılmaz zinciriyle bağlanmışlardır.

-Bana kendi aklımı kullanma cesareti veren Tanrı sayesinde, erdemlerimi desteklemek için yalnızca O’na bağımlı olacağım güne kadar, kendi cinsimi köleleştiren önyargılara karşı var gücümle savaşacağım.

-Ben saygımı aklı onu hak edenlere sunarım; bu durumda boyun eğmişliğim akladır, erkeklere değil.

-Sağlıklı siyaset, özgürlüğü yaymaya devam ettikçe, tüm insanoğlu kadınları da içine alarak daha bilge ve daha erdemli olacaktır.

-Kadınlar genel olarak hem zihinsel, hem de bedensel açıdan güçsüzlerse, bunun sorumlusu doğadan çok, eğitimdir. Bizler onlara ahlakı kemiren tembelliği ve pasifliği aşılıyoruz ve buna da son derece hatalı bir biçimde incelik diyoruz; zihinlerini aklın ve felsefenin katı kurallarıyla yoğurmak yerine, sonucu yalnızca zaman öldürme ve duyarlığa teslim olma olan yararsız sanatlarla dolduruyoruz.

-Kadınların görkemi olarak sunulan güzelliğin korunması adına uzuvlar da, zihinsel yetiler de Çinli kadınların giymek zorunda bırakıldıkları ayakkabılardan beter kısıtlamalarla sakatlanır; erkek çocuklar açık havada koşup oynarken, kız çocukların mahkûm edildiği hareketsiz yaşam kasları eritir, sinirleri hassaslaştırır.

-Erkekler kadın cinsinin aptallığı üzerine şarkılar söylerken kendi aptallıklarını da görmezden gelmemelidir.

-Kadınların davranış biçiminde bir devrim yapmanın zamanı gelmiştir -onlara yitirdikleri saygınlığı geri vermenin zamanıdır- insan türünün bir parçası olarak, kendilerini reformdan geçirerek dünyayı da reformdan geçirmelerini sağlamanın zamanıdır.

-Güzel bir kadın, genellikle her türden erkeğin gözünde bir arzu nesnesidir; oysa zihinsel güzelliği ile daha yüze duyguları harekete geçiren eli yüzü düzgün bir kadın, mutluluğu iştihalarının doyurulmasında bulan erkekler tarafından görmezden gelinir ya da kayıtsızlıkla karşılanır.

-Yüreğin doğrusundan söz edildiğinde, cinsiyetin belirleyici bir etken olmadığı genel kabul görür.

-Kadını erkeğin bir parçası olarak değil de, kendi başına bir bütün olarak ele alalım.

-Kadının erkek için yaratılmamış olduğunu tartışmasız bir gerçek olarak kabul edeceğim.

-Mevcut sivil yapılar, kadınların anlayış gücünün gelişmesinin önüne aşılmaz engeller yığmıştır.

-Toplum içinde cinsiyetlere özgü davranışlar gibi bir ayrım güdülmediğini görmeyi istiyorum gerçekten.

-Kadınların egemen önyargı nedeniyle maruz kaldığı eksiklikleri, dertleri ve acıları tek tek saymak sonu gelmeyecek bir iş olur.

-Cehalet, erdemi içine koyamayacağınız kadar dayanıksız bir kaptır! Gene de erkeklerin üstün olduğunu savunun pek çok yazar, kadınların yaşamlarını cehalet temelinde düzenlenmesi gerektiğini söyler; sözünü ettikleri üstünlük bir derece meselesi değil, bir tür meselesidir. Kendi savlarını yumuşatmak için de, büyük bir lütuf örneği sergileyerek, aslında bu iki cinsin karşılaştırılmaması gerektiğini, erkeklerin akıllarını kullanmak, kadınlarınsa hissetmek için yaratıldıklarını eklerler: Onlara göre, böylelikle kadınla erkek, et ve ruh olarak, akılla duyarlığın mutlu birlikteliğiyle mükemmel bütünü oluştururlar.

-Tüm insan ırkını yaratan Yüce Varlık! Eserlerinde senin bilgeliğini izleyebilen ve sadece senin kendisinden üstün olduğunu hisseden kadın diye bir varlık yaratmadın mı? Yaratırken onun için yukarıdakilerden daha iyi varlık nedenleri gözetmedin mi? –Bu varlık, kendisinin eşit olan, tıpkı kendisi gibi erdem edinmek üzere bu dünyaya gönderilmiş bir varlık olan erkeğe tabi olsun diye yaratıldığına inanabilir mi? –Sadece erkeği memnun ve tatmin etmekle, ruhu sana ulaşabilecek yetideyken sadece bu dünyayı süslemekle yetinebilir mi? –Ve bilginin zorlu merdivenlerini birlikte çıkmalıyken akıl konusunda erkeğe bağımlı olması gerektiğini kayıtsızca kabullenebilir mi?

-Kadının anlayış gücünden genellikle hor görüyle söz edilir.

-Yirmi yaşında iki cinsin güzelliği eşittir; ama erkeğin ahlak duygusundan yoksun olması onu ayrım yapmaya iter.

-Bir kadının onurlu olup olmaması dahi kendi iradesine bağlı değildir.

-Çünkü kendi rızası olmadan yozlaştırabilen bir varlığı durumu kadar acınası halde başka bir varlık düşünülmez!

-Kibirli saçmalıkları bizleri her yönden çarpıyor olmasa erkeklerin, yaşamlarındaki birincil haz kaynağı olan kadın cinsini yozlaştırmaya ne denli hevesli olduklarını gözlemlemek insanda hor görüyle karışık bir gülümsemeye neden olurdu.

-Erkeklerin çoğu, kadınların kendi kendilerini yönetecek kadar akıl sahibi olmalarını, dünya sahnesindeki yerleri almalarını istemez.

-Bazı erkeklerin sergiledikleri deha ve yetenekler, şimdiye dek hiçbir kadının tatma fırsatı bulmadığı koşullarda filizlenmiştir.

-Kadınların gönüllü köleler olduğunu düşünelim –  köleliğin her türlüsü insanlığın mutluluğu ve iyileşmesi önünde engeldir.

-Erkek kadar kusurlu bir varlıkla yaşamak üzere yaratılmış olduğundan kadınların zihinsel yetilerini geliştirerek sabretmeyi öğrenmesi zorunludur, ama kör bir itaatte ısrarın sonucu insanlığın tüm kutsal haklarının çiğnenmesidir ya da kutsal hakların hemen hemen hepsi yalnızca erkeklere tanınmıştır.

-Ama kadınları bilgi ağacından uzak tutan muhakemeye göre, gençliğin en önemli ve yararlı yılları, geleceğe yönelik akılcı umutlar, tüm bunlar, kadınların kısa bir süre için bir arzu nesnesi olması için feda edilir.

-Ben yalnıza, kadını bir aşk kölesi durumuna düşüren duyarlıkla savaşmak istiyorum.

-Kadınlara aklın ve sağduyunun diliyle seslenilmeli. Kadınlara kendi yavan kişiliklerine hayran olmamaları, kendilerine yalnıza akılcı yaratıklar olarak saygı duymaları öğretilsin.

-Kadınlar neden hep bir fetih arzusuyla yetiştirilmelidir?

-Gene de kadın cinsine gösterilen bu kalpsiz ilgi, öylesine erkekçe, öylesine kibar bir davranış olarak kabul görür ki, toplum bambaşka bir biçimde örgütleninceye kadar, korkarım ki, bu ortaçağa özgü tavırlar yerini daha akılcı samimi davranışlara bırakmayacak.

-Eğitim yoluyla bazı bilgiler edindiyseniz, bunu bir sır gibi saklayın, özellikle de alımlı ve akıllı kadınlara karşı genellikle kıskançlık besleyen ve onlara kötü gözle bakan erkeklerden.

-Tüm bir kadın cinsinin üyelerinin davranışı neden aptalları ya da birey olarak saygı uyandıramadıkları için falankslarından uzaklaşmayan erkekleri memnun etmek üzere değiştirilmek zorunda olsun?

-Kadınlardan talep edilen itaatkârlık adalet temeline oturtulsaydı, bundan daha yüce bir güç bulunmayacağından, önünde eğilirdik; ne de olsa, Tanrı adaletin ta kendisidir.

-Akıl, erkeği vahşi sürülerin üzerine çıkarırken, kadınlara büyük vaatlerde bulunan yalnız ölümdür, çünkü kadınlar bu dünyada onların güçsüz olduklarını savunan kör otoriteye tabidirler. Özgür olacak olanlar – özgürdür.

-Efendi kendi aklına ve lütuflarına bağımlı, istediği gibi oynayabileceği cafcaflı bir köle istiyor.

-Kadınların uğruna savaş vermesi gereken imparatorluk değil, eşitliktir.

-Oysa aldıkları eğitim ve “en övülesi yanlarının” – erkeklerin istemine – “tartışmasız boyun eğmek”  olduğunu göz önüne alınacak olursa, bundan daha doğal bir şey olamaz. Eğer kadınların kendi davranışlarını yönetmeye yetecek akla sahip olmalarına izin verilmemişse – o zaman bütün öğrendikleri – ister istemez mekanik olarak öğrenilmiş olmak zorundadır!

-Dryden: “Sevginin kadın için görev olduğu yerde,

Salt şehvetli patlamalar düşer payına ve asık suratlı bir gururla teslim olunur buna.”

-Kadınlar kendilerine sürekli telkin edilen ilkelere göre davranıyorlar diye suçlanmayı hak ederler mi?

-Kadını hem sürekli bir cehalet içinde tutma, hem de kendisini baştan çıkarabilecek şeylere direnmesi konusunda ısrar etmek kadar saçma bir şey daha olabilir mi? Tutkuları dizginlemek sorumluluğunun kadınların omuzlarına yüklenmesi akla da, gerçek alçakgönüllülüğe de aykırıdır.

-Erkekler daha namuslu davranmadıkları sürece, kadınlar da daha alçakgönüllü olmayacaklardır.

-Alçakgönüllülük her iki cinste de aynı derecede aranan bir erdem olmalıdır; aksi takdirde bu erdem yalnızca bir sera bitkisi olarak kalır ve bu seradan bir incir yaprağı ödünç alınırsa, bu ancak kösnül hazza biraz daha heyecan katmaya yarar.

-Kadınların dünyasında zorla en önemli parçalarından biri haline getirilen iyi bir ünü koruma saplantısının ve bu uğurda verilen çeşitli önerilerin zehirleyici etkileri olduğunu, ahlakın kabuk bağlamasına ve özünün kurutulmasına neden olduğunu düşünegelmişimdir.

-Kadınlarda iyi ün tek bir erdemle – namusla – bağlantılı görülüyor.

-Nihayetinde tüm kadın zayıflıklarının, bu arada yozlaşmışlığın en temelinde erkeklerdeki namus yoksunluğu yatar.

-İnsanı insan olmaktan çıkaran bu düzende erkekler zaman zaman kendi adlarına düşünüp eyleme geçebilecekleri bazı boşluklar bulabilirler, ama bu bir kadın için imkansızdır, çünkü kadın salt kadın olmasından kaynaklanan engelleri de aşmalıdır ve bu insanüstü bir güç gerektirir.

-Mevcut yasalar son derece saçma bir şekilde bir erkekle karısını tek bir birim olarak tanımlar; bu birimde yalnızca erkeği sorumluluk sahibi görür ve yanındaki kadın sadece bir eke indirgenir

-Erkekler kölece itaatimiz yerine, akılcı arkadaşlığımızı tercih edip zincirlerimizi kırmamıza cömertçe yardım etselerdi, bizlerin daha dikkatli kız çocuklara, daha duyarlı kız kardeşlere, daha sadık eşlere, daha akılcı annelere – kısaca daha iyi yurttaşlara- dönüşeceğimizi görürlerdi. O zaman onları daha gerçek bir sevgiyle severdik, çünkü kendimize saygı duymayı öğrenirdik.

-İnsanoğluna işkence eden fiziksel ve ahlaki kötülüklerin, bu arada kadını yozlaştıran ve yıkan ahlaksızlıkların kaynağında, erkek dünyasında namusa yeterince saygı duyulmamasının bulunduğuna inanıyorum.

-Her iki cinsin erdemleri de aklı temel alana kadar, erdem topluma egemen olmayacaktır.

-Kadınlar yıllarca, yüzyıllarca cehalete mahkûm edilmiştir.

-Her iki cinsi de mükemmelleştirebilmek için onların bir arada eğitim alması zorunludur.

-Eşitlikçi bir toplum oluşturabilmek, insanın kaderini iyileştirebilecek tek şey olan aydınlatıcı ilkeleri yayabilmek için kadınların erdemlerinin bilgi temeli üzerine kurulmasına izin verilmelidir; bu da kadınlar erkeklerle aynı biçimde eğitilmedikleri sürece olanaklı değildir.

-Kendi aklının ışığında özgürce davranmasına fırsat verilmemiş bir varlığa gülmek ya da onun aptallıklarıyla dalga geçmek, acımasız olduğu kadar saçmadır da, çünkü otoriteye kör bir itaat göstermeleri öğretilen kadınların, bundan kaçabilmek için ellerinden geleni yapmaları son derece doğal ve kaçınılmazdır.

-Kadınlar beşiklerinden itibaren baskı altında tutulmasalar, zihin güçlendikçe yürek de gelişecektir.

 
Leave a comment

Posted by on March 11, 2015 in Feminism

 

Tags: , , , ,