RSS

yazmak ya da yazmamak

25 Mar
yazmak ya da yazmamak

Son zamanlarda davetsiz misafirim olan panik atak haftaiçi wordpress mesaimi dün sekteye uğrattı. Vücudumu kendi kuklası imiş gibi hareket ettiriyor, kontrolü ele geçiriyor. Beynim de nedense bu duruma boyun eğiyor. Bu öğretilmiş çaresizlik kavramını hiç öğretmemeliydim beynime. Böylece içi boş düşüncelerle beynim hiçbir zaman istila edilemezdi .

Mevzumuz yazmak. Gariptir ki benim resmî olarak yazmaya başlamam ilk panik atağımdan sonra oldu. İçimde volkanlar varmış meğersem ve o volkanları kelimelerle söndürmezsem volkanlar vücudumu lavlarıyla yakarkmış. O gün işte o gün bugün dedim. Öğrenciliğimde yazmak istiyordum ama henüz hazır olmadığımı biliyordum. Belki de her sınavda en az 10 sayfa yazdığım için içimdekileri bir şekilde dışarıya atabiliyordum. O yüzden sürekli erteleme durumuna almıştım kendimi. Sığınak olarak da “Hazır değilim, biraz daha okumam lazım.” cümlelerini kullanıyordum.

Bir işaret gerekmiş bana büyük bir işaret. 8 Mart’ın ilk saatlerinde aldım o işareti. 8 Mart benim için gittikçe daha fazla anlamlaşıyor. Benden çok çok önceleri yaşamış kadınların açtığı yolda gösterdikleri hedefe durmadan yürümeye ant içtim galiba. Bir ambulans-acil macerasından sonra yeter artık dedim. Bundan sonra hayatın yükünü ruhum tek başına kaldırmamalı. Ruhum Atlas misali dünyamı taşımaktan helak olmuş bir şekilde. Kelimelerin bu duruma bir ek atması gerek. Hatta kelimelerin ruhumla yer değiştirip dünyamı taşımalarının vakti gelmiş geçiyor bile.

Hatırlıyorum da taa lisede bile ben yazar olacağım diyordum yüksek sesle. Neyime güvendiğimi bilmiyorum. Zaten toplumun stereotip mesleklerine hiçbir zaman ilgim olmadı. Nerede uç bir meslek varsa onu seçtim kendime hedef olarak. İnsanın kişiliği ne zaman tam oluşur bilmiyorum ama birey olarak kendimi kendime ispat ettiğim zamanlar yazarlık mesleğini merkezime almıştım. Ateşin etrafında dolanan bir kuş gibi ne çok uzak ne de çok yakın bir mesafede ikamete başlamıştım. Henüz yaklaşmaya cesaretim yoktu. Biraz daha zaman var diyordum kendime biraz daha zaman.

Zamanı somut ölçeklerle ölçmeyi asla benimsemedim. O ateşin yanına yaklaşmaya cesaretim olacak kadar zaman geçmişti. İhtiyacım olan tek şey bir işaretti. İşaret geldi. 2014 yılının ateş gibi sıcak bir Beytepe gününde. İşime hiç yaramayacak ya da kullanmayı hiç istemeyeceğim bir programın sınavı için Ankara’ya gitmiştim. Sınav yerim 4 yıl öncesinde beni hazırlık okumaktan azat eden yabancı diller binasıydı. Oranın bana bir kez daha şans getireceğini biliyordum. Ayaklarım beni sınıfa erkenden götürdü. Zamanın gelmesini beklerken gözetmen denilen adamla sohbete başladık.

Hoş beşten sonra mesele ne yapmayı düşünüyorsun sorusunun cevabına geldi. Ütopik olsa da yine aynı cevabı verdim “Yazar olmak istiyorum, yazar olacağım.” Adam bana öyle farklı bir şekilde baktı ki dünyanın en yanlış cümlesini kurmuşum dedim kendi kendime hayıflanarak. Uzaylımışım gibi bakacak artık bana derken adam en az benim kadar farklı bir cevapla karşılık verdi “O kadar edebiyat mezunu/öğrencisi gördüm, ilk defa biri bana bu cevabı verdi. Bu gerçekten çok güzel bir şey, seni tebrik ederim.” Kulaklarım bu cümleleri duyar duymaz beynimi duygu kargaşasına sürükledi.

Durum gittikçe garip bir hâl almaya başladı. Adamın bana attığı bakışlar içimdeki inciyi gün ışığına çıkarak güç kanalları olmuştu. İlk defa tanımadığım biri beni cesaretlendirmek için uğraşıyordu. Ben sürekli yazar olarak hayatımı idame ettirmenin imkansızlığından dem vururken o karşıma bunları bahane olarak kullanma diyen cümlelerle çıkıyordu. Beni tanıyan insanların beni tanıdıkları için destek oldukları düşünürüm. Ama bu kez sadece ismimi bilen insan bana “yaz” diye emrediyordu sanki.

Sınav bitti, tam kağıdı teslim ederken “Yazmalısın, yazacaksın, sakın yazmaya sırt çevirme.” dedi. İşte o kelimeler benim bir zamanlar kaybettiğim rotamı yeniden bulmamı sağladılar. Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele bu!

 
Leave a comment

Posted by on March 25, 2015 in deneme

 

Tags: , , , , , , , ,

Leave a comment